gezi
212
3.600 yıl önce büyük bir volkanik
patlamayla sulara gömülen Minos
Uygarlığı’nın merkezi olan bu ada,
1956 yılında tekrar volkanik bir
patlama yaşamıştı. Bir kısmı daha
sulara gömülen bu adada olmak ve
volkanik patlama olasılığını görerek
yaşamak yürek isterdi! Özellikle
balayı için tercih edilen bu sessiz
adada, ilk gecenizde volkanik patla-
manın olduğunu düşünsenize!
Ada öylesine yüksekti ve kıyısı nere-
deyse yok denecek kadar azdı ki, li-
manı olmadığından gemi yolcularını
filika ile adaya taşıyorlardı. Filikadan
sonra adaya tırmanış başlıyordu.
Tırmanış için üç seçenek vardı:
1. Teleferik
2. Katırlar
3. Ayaklarınız!
Katırlarla tırmansak, kim bilir kaç
dakika sürerdi… Hem katırlara da
yazıktı! Ayaklarıma ise güvenemiyor-
dum. İyisi mi birkaç dakikalık telefe-
rik yolculuğuyla tepeye tırmanmaktı!
Tepeye varınca beyaz badanalı tek ya da çift
katlı yapılar bizi karşıladı. Dar sokaklarındaki
dükkânları dolaşarak şehir merkezine doğru
yürümeye başladık. Volkanik bir ada olduğu için
volkanik taşlardan üretilmiş takılar ve biblolar
vitrinleri süslüyordu.
Şehir merkezi Fira’ya varınca uzunca bir taksi
kuyruğu karşıladı bizi. Adanın en büyük sıkıntıla-
rından biri, taksi miktarının az olması ile turistler
için ulaşımın sorun olmasıydı. Üşenmeyip otobüs
bulmaya çalıştık. Zaten başka çaremiz de yoktu!
Santorini’ye gelince mutlaka ama mutlaka Oia
Köyü’ne gitmek gerekiyordu. Sorup soruşturarak
Oia’ya giden otobüsü de bulmuştuk. Dar ve virajlı
dağ yolunu tırmanırken deniz tarafında oturanlar
gözlerini kapatıp kötü düşüncelerden uzak durma-
ya çalışıyordu. Evet, yol dardı… Evet, santimlerle
ölçülecek şekilde denizle aramızdaki mesafeyi
koruyorduk!
Sonunda Oia Köyü’ne vardık. Hava öylesine sıcak
ve güneş öylesine tepemizdeydi ki, bir an için
cehennemdeyim sandım. Fakat dimdik yamaçlara,
merdivenlerin yol olduğu beyaz evlere döşeli kuru-
lan sokakları görünce fikrim değişti. Aşağı doğru
bakınca denizin etkileyici maviliğiyle dans eden
bakımlı mı bakımlı beyaz evler içimi açtı.
Evlerin aralarındaki kocaman saksılarda yetiştiri-
len rengârenk çiçekler de bu manzarayı daha da
güzelleştiriyordu.
Bu Denize Giren Çıkamıyor!
Kamari, koyu renkte volkanik taşlara döşeli bir
sahildi. Yere havlumuzu serip tam yatmaya hazır-
lanırken “s” kelimesini telaffuzundan Yunanlı oldu-
ğunu anladığım bir kız, ağzı haşlanmış mısırla dolu
olarak konuşmaya başladı. Önce, söylediklerinin
bir şaka olduğunu ya da İngilizcesini anlamadığımı
sandım, ama biraz daha dikkatle dinleyince ne
dediğini doğru anladığımı gördüm.
“Ben şemsiyeye para verdim. Gölge benim göl-
gem. Havlunuzun kenarını çekin…”
Haydaaa! Hayatta böyle bir şey duymamıştım.
Bizim kalabalık mı kalabalık sahillerimizde bir
şemsiye gölgesinin çevresini kiraladığımızı ve
yer bulamayanların hasbelkader, güneşin de yer
değiştirmesiyle şemsiyemin gölgesinin bir köşe-
sinde kaldığını düşündüm. “Kalk oradan, ben para
verdim oraya!” desem, güneşin esmerleştirdiği
tenimde güzel de bir mor rengini hediye olarak
kazanırdım herhalde!
Genelleme yapmak istemiyorum ama
Yunanistan’da öyle değişik insanlarla karşılaştım
ki, dünyayı gezsem bu kadar değişik tepkileri olan
insanları bir araya toplayamazdım!
Tövbeler çekerek, elimden bir kaza çıkmaması
için kızdan çoook uzak bir yere taşındık. Denizin
tuzlu suyu sinirimizi alırdı ne de olsa!
Volkanik taşlara ayaklarım gömülerek denize bir
Santorini’ye gelip bu manzaranın güzelliğinden
çalıp fotoğraf çekilmemek olmazdı! Sıcak bu-
naltınca bir sahile gitmek gerektiğini düşündük.
Oia Köyü’nden merkeze yürüyüp “Turist Bilgi
Merkezi”nden nereye gidebileceğimizi öğrenmek ve
bir harita edinmek istedim. Fakat görevli kadınlar o
kadar ilgisiz ve mutsuzdular ki, ağızlarını açıp yar-
dım için tek söz söylemeye üşenirken, haritalarının
olmadığını büyük bir keyifle söyleyebildiler. Tekrar
otobüs ve Fira yolları göründü bize… Fira’dan tekrar
otobüs ve Kamari Beach’e hoş gelmiştik!