gezi
211
Bir kafeye oturduğumda Türk kahvesini de Yunan kahvesi olarak menülerinde yazdıklarını gördüm.
Garsona Yunan kahvesi ile Türk kahvesi arasındaki farkı sordum. “Yunan kahvesi daha baharat-
lıdır” cevabını alınca “Nasıl bir şeymiş bakalım” diyerek bir adet şekerli sipariş ettim. Bizim Türk
kahvesinin tamamen çakması olan kahve önüme gelip de bir yudum içince fazla baharat değil de
fazla su, az kahve ile ağzımın tadının bozulduğunu itiraf edebilirim.
Mikanos’a gelen herkesi karşılayan ve fotoğrafları süsleyen, adeta adanın maskotu haline gelen
Pelikan Petrus ise beni hayal kırıklığına uğratmıştı. “Başak geldi, seni hayal etmişti, kaç” dedi birisi
herhalde ki, adaya gelip Paytak Petrus’u görmeyen bir tek ben oluvermiştim. “Gidelim Başak”
dedim ve vurdum kendimi Paradise Beach’e!
Volkanik Güzellik
Tepesinde beyaz evleriyle yüksek mi yüksek bir adada yeni günü selamladım! Ada, aynen dümdüz
ovada birden beliriveren yüksek bir dağa benziyordu. Denizin maviliğini asice delerek geçip yükse-
len Santorini’ye hoş gelmiştim!
Kolların dümdüz bir biçimde iki yana açılamayacak
kadar dar sokakların olduğu Mikanos’da adım başı
minik kiliselere rastlanılıyordu. Hayatımda bu kadar
çok kilise ve haç görmemiştim. “En çok ‘günah’ olan
yerde vicdanları rahatlatmak için mi bu kadar çok
kilise yapılmış?” diye düşünmeden edemedim.
Kendi aramızda Türkçe konuşurken “S” harfinin üzeri-
ne basarak kendine has lehçesiyle bir bey bize selam
verdi. Türkçe’yi, Türkiye’yi özlediğinden bahseden
kişi, Xeno Kazancıoğlu’ydu.
Bir dizi ya da film senaryosunu kıskandıracak hayat
hikayesini ayak üstü anlattı Xeno. İstanbul’da
doğmuş, büyümüş, ev dışında her zaman Türkçe
konuşmuş. Vefa’da futbol oynamış… Bir gün bir kıza
gönül vermiş. Cleopatra adındaki bu Rum kız dillere
destan güzellikteymiş. İstanbul’da yaşayan Cleopatra
Türkçe bilmiyor, Rumca konuşuyormuş. İstanbul’da
tutunamamışlar, dışlanmışlar o yıllarda.
Cleopatra’ya olan aşkından “vatanı” bellediği
İstanbul’dan ayrılmaya karar vermiş. 1964 yılında
Mikanos’a yerleşmiş ve o yıldan beri kuyumcuda
çalışıyormuş. Cleopatra’sıyla birlikte 3 çocuk, 5 torun
yetiştirmişler…
Bu hikayenin etkisiyle bir süre dar sokaklarda gezdik-
ten sonra adanın yavaş yavaş otantikliğini kaybet-
tiğini düşünmeye başladım. Herhangi bir alışveriş
merkezinde bulunabilecek dünya markalarına ait
dükkânların yer aldığı sokaklarda kendimi çok farklı
bir yerde gibi hissetmedim uzun bir an için.
Otantik takılar satan dükkânlarda ise rastladığım nazar boncuklarından yapılmış
bileklikler ve kolyelerin üzerindeki Yunan bayrağını görünce, “Bu işte bir yanlışlık
olmalı… O bayrak Türk bayrağı olmalı…” diye mırıldanıverdim. Bu, sadece
gördüklerimin başlangıcıydı.