gezi
221
Ufak molanın ardından yolumuza devam ediyoruz ve Boğaz’a doğru kıvrılarak
inen yokuşun sonunda karşımıza elinde sazı ile Aşık Veysel’in heykeli çıkıyor.
“Benim sadık yârim kara topraktır” diyen halk ozanının ezgilerini mırıldana-
rak ilerliyoruz.
Sarayburnu’na doğru giden ana yoldan ilerlerken bu kez de Bizans dönemin-
den kalma bir su sarnıcı kadrajımıza giriyor. Park içinde adeta zamanda bir
yolculuğa çıkıyoruz. Tarihi kaynaklar bu yolculukta karşımıza çıkan Bizans’ın
su depolarından biri olan sarnıcın 5. yüzyılda yapıldığına işaret ediyor. 18x12
m ölçüsündeki dikdörtgen bir plana sahip sarnıcın sol tarafında ise 1911
tarihli Osmanlı dönemine ait bir çeşme bulunuyor. Bizans ve Osmanlı mimari-
sinin harmanlandığı bu yapı bir ara akvaryum olarak kullanılmış.
Asırlar öncesine yaptığımız yolculuğun bir sonraki durağı ise Sarayburnu’na
doğru giden yokuşun sonundaki Romalılardan kalma Gotlar Sütunu oluyor.
Roma devrinden günümüze hiçbir değişikliğe uğramadan gelen en eski
abidenin yüksekliği 18,5 metre. Prokonnessos mermerinden tek bir blok
halinde yapılmış olan sütunun başı korint üslubunda kartal armasıyla süslü.
Sütuna bu ismin verilmesinin nedeni ise üzerindeki kısaltılmış Latince bir
yazı… Eserin tarihi hakkında çok çeşitli görüşler bulunuyor. 6. yüzyıl tarih
yazarı Lidyalı İonnes, sütun başlığının aslen Yunan Şans ve Baht Tanrıçası
olan Tike’nin bir heykelini taşıdığını söyler. 14. yüzyıl tarihçisi Nikephoros
Gregoras’a göre ise; sütun Byzantion’a adını veren Megaralı Byzas’ın bir hey-
kelini taşımaktaydı. Bu iddianın nedenlerinden biri de şehrin kurucularının
karaya çıktığı yerin kolonun çok yakınlarında olmasıdır.
Tarihin arka bahçesinde yaptığımız keyifli gezimizde Sarayburnu yönüne
ilerlerken Atatürk’ün Cumhuriyet’ten sonra 3 Ekim 1926 tarihinde dikilen ilk
heykeli tüm heybetiyle karşılıyor bizi. Avusturalyalı mimar Kripel tarafından
yapılmış olan heykelin ön yüzü İstanbul Boğazı’na bakıyor. 24 Kasım 1928
tarihinde halka Latin harflerini ilk defa bu parkta öğreten ve “Başöğretmen”
unvanını alan Mustafa Kemal Atatürk hayata gözlerini yumduğunda ise
naaşı Ankara’ya gönderilmek üzere İstanbul’da düzenlenen son tören yine
bu parkta gerçekleştirilmiş. Parkın Sarayburnu bölümünde 19 Kasım 1938
tarihinde düzenlenen törende Ata’nın naaşı top arabasından 12 general
tarafından alınarak Yavuz zırhlısına götürülmek üzere rıhtımdaki bir dubaya
yanaşan Zafer destroyerine konulmuş.
İşte Huzur Bu...
Pek çok kişinin yaptığı gibi ağaçlar, çiçekler ve kuş sesleri eşliğinde tarihe
tanıklık etmemizi sağlayan eserlerle dolu Gülhane gezimizi parkın Saray-
burnu tarafına bakan Setüstü Çay Bahçesi’nde noktalıyoruz. Parkın tek çay
bahçesi olan mekan bakır demlikle sunduğu çayın yanı sıra sahip olduğu
muhteşem İstanbul manzarasıyla da meşhur. Basamak şeklinde aşağı doğru
uzanan çay bahçesi konumu itibariyle bütün Boğaz manzarasına hakim. Ön
taraflardan bir masaya geçip iki kişilik çay ısmarlıyoruz. Bakır çaydanlıkta
gelen çayı afiyetle yudumlarken bir yandan da esen rüzgarla Boğaz’ın eşsiz
güzelliğini seyre dalıyoruz. Sıcak havaya inat esen rüzgarla serinlerken gezi
için çok doğru bir noktayı seçtiğimizi bir kez daha anlıyoruz. Tavşankanı çayın
damağımızda bıraktığı enfes tada o anlarda Boğaz Köprüsü, Çamlıca, Kuleli
Askeri Lisesi, Kız Kulesi, zamana meydan okuyan surlar, Marmara Denizi’nde
süzülen gemiler ve tatlı tatlı esen rüzgar eşlik ediyor. İşte o an bütün stresi,
derdi, tasayı unutup “Huzur bu!” diyoruz.
Her şey çok güzeldi ama ne yazık ki artık dönüş vakti… Muhteşem çay
keyfinin ardından parkın Sarayburnu kapısından çıkıp Eminönü’ne kadar
yürüyerek gezimizi bitiriyoruz. Gülhane Parkı hala aynı ihtişamıyla bir doğa
harikası olarak keyifli zamanlar geçirebileceğiniz, şehrin stresli atmosferin-
den bir an olsun kurtulabileceğiniz güzel bir gezinti alanı. Gidip görmek için
fırsat kollamayın, fırsatı siz yaratın.